19 Nisan 2008 Cumartesi

KARAAĞAÇ

KARAAĞAÇ
Zamanlardan bir zamanda, ormanlardan bir ormanda, garip bir karaağaç varmış… Ormandaki ağaçlar serpilip, dal budak salarlarken, bu garip karaağaç, için için kururmuş… Ne kuşlar konarmış dallarına, ne de gün ışığı vururmuş yapraklarına… Kocaman ağaçların arasında boynu bükük dururmuş…
Günlerden bir gün, nasıl olmuşsa dalına bir kuş konmuş. Karaağaç öyle sevinmiş ki, sevincinden ne yapacağını şaşırmış… Kuş da, iyi kalpli bir kuşmuş. Doğrusu bu ya, ağacın bu kadar sevinmesine anlam verememiş… Verememiş ama, sormasına da gerek kalmamış. Karaağaç ezik ve sık sık tökezleyen bir konuşmayla durumu anlatmış ve demiş ki:
“Güzel kuş… Hayatımda hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Bu yemyeşil ormanda bunca ağacın arasında öylesine garip bir haldeyim ki sorma!.. Ne dallarıma kuşlar konar, ne güneş ışığı vurur yapraklarıma… Bulutlar koca ormanın üzerinde saçlarını çözer de, bir tek damla düşmez topraklarıma… Gölgem küçücük, meyvelerim yok. Kim gelip de gölgemde dinlenecek, hangi kuş gelip de konacak dallarıma?.. İlk defa sen geldin. Sevincim bu yüzdendir…”
Kuş, ağlayarak derdini anlatan karaağaca acımış. “Üzülme artık” demiş. “Madem bunca garipsin, biz de garip dostuyuz. Yalnızlığın bitecek ey garip ağaç. Biraz sabret hele…” Sözünü bitirir bitirmez, bir kanat çırpmış ve ormanda kaybolmuş.
Aradan kısa bir zaman geçmiş. Ağaç, azıcık beklemiş… Bir de bakmış ki, ne göre?.. Sanki bir bulut kaynamış da, üzerine doğru ağıyor… Meğer, iyi kalpli kuş gidip arkadaşlarını toplamış… Bir anda yüzlerce kuş, garip karaağacın dallarına konmuşlar… İyi kalpli kuşun çevresi çok genişmiş. Diğer kuşlar onu hem sayar, hem de severlermiş.
Karaağaç, bir anda neye uğradığını anlayamamış. Sevinçten budağı yarılmış… Başlamış gülmeye… Gülmüş, gülmüş… Sonra da, iyi kalpli kuşa teşekkür etmiş: “Sana ne kadar teşekkür etsem azdır iyi kalpli kuş” demiş. “Dallarım kuş seslerine hasretti. Şimdi cıvıl cıvıl…”
İyi kalpli kuş, arkadaşlarına bir şeyler fısıldamış. Hepsi aynı anda yürekten ötmeye başlamışlar. Sesleri öylesine yanıkmış ki… Ve kanatları gökyüzüne açık hıçkırır gibi bir türküye başlamışlar. Aslında bu bir yarışmış…
Kuşlar, ne kadar ötmüşler, ne kadar cıvıldayıp kanat çırpmışlar bilinmez… Ama, bir seher vakti ortalık ağarırken herkes hayretler içinde kalmış… Neden mi?.. Neden olacak? Kuru karaağacın dalları, bir anda oluşan meyvelerden kırılacak gibi yere sarkıyormuş… Ağaç bir sevinmiş, bir sevinmiş ki, sevincinden neredeyse çatlayacakmış…
İyi kalpli kuşun getirdiği kuşlar bu güzel meyvelerden yemeye başlamışlar… Karaağaç şöyle bir dikelmiş, diğer ağaçlara bakmış… Üstünde en az diğer ağaçlar kadar kuş olduğunu görünce daha da sevinmiş ve iyi kalpli kuşa teşekkür etmiş… “Ey mübarek kuş” demiş. “Sayende nasıl mutluyum, bilemezsin…”
İyi kalpli kuş, gülmüş: “Bana teşekkür etmene gerek yok. Allah’a şükret… Ben sadece bir vasıtayım. Ben olmazsam bir başkası sebep olacaktı. Önemli olan, bu nimetin kıymetini bilmek ve nereden geldiğini unutmamaktır…”
“Hiç unutur muyum?” demiş karaağaç… Öyle demiş de, dedikten sonra da biraz düşünmüş… Diğer ağaçlara bakmış. Kendinden daha büyük ağaçları görmüş. Dallarındaki meyveler kendininkinden daha fazlaymış…
Aradan günler geçmiş… Karaağacın bu mutluluğu yavaş yavaş gölgelenmeye başlamış… Yapraklarına vuran gün ışığı, dallarında ötüşen kuşlar onu mutlu etmemeye başlamış… Arzuları, setlerini yıkmış; taa uzaklardaki ağaçları görmeye başlamış… Bir gün iyi kalpli kuşa: “Sevgili kuşum” demiş. “Yanlış anlama ama, daha fazla meyvem olmasını istiyorum…”
İyi kalpli kuş karaağaca anlamlı anlamlı bakmış… Ama bir şey dememiş… Arkadaşlarını toplamış, onlara bir şeyler söylemiş…
Kuşlar, yeniden göklere kanat açmış, ağacın üzerinde dolaşırken yanık yanık ötüşmeye başlamışlar… Ne kadar ötmüşler, ne kadar kanat çırpmışlar bilinmez ama, bilinen o ki, ağacın dallarında meyveler bir artmış, bir artmış ki, neredeyse kırılacak gibi olmuş…
Tabii, karaağaç buna çok sevinmiş… “Teşekkür ederim sevgili kuşum” demiş. “Bak, bu iyi işte. Meyvelerim neredeyse en büyük ağaçların meyveleri kadar bollandı…”
Gel zaman, git zaman, bizim karaağaç yeniden hüzünlenmeye başlamış. İçinden “Neden bu ormanın en büyük ağacı ben değilim? Niçin benim meyvelerim hepsinden fazla değil?..” diye geçirip üzülüyormuş…
Bir gün yine yüzünü kızartmış, çekine çekine durumu iyi kalpli kuşa açmış… Kuş, biraz üzülmüş, azıcık öfkelenmiş ama renk vermemiş. Arkadaşlarını toplamış, yine bir şeyler söylemiş… Yine kanat çırpıp ötüşmüşler ve yine karaağacın dallarını meyveler sarmış… Artık dalları bile kaldıramaz olmuş…
Bir süre daha avunan karaağaç yine huzursuz olmaya başlamış… Ormandaki ağaçlara bakmış. Dallarındaki kuşların hepsi aynı değilmiş… Renk renk kuşlar varmış… Kendi kuşlarının renginden de seslerinden de bıkmış karaağaç… Ve yine bir gün, iyi kalpli kuşa derdini açmış: “Yanlış anlamazsan sana bir şey söylemek istiyorum sevgili kuşum” demiş. “Benim dallarımdaki kuşlar hep birbirinin aynı… Ama diğer ağaçların üstünde değişik kuşlar var. Sesleri, renkleri değişik… Ben de o kuşlardan istiyorum…”
İyi kalpli kuş bu defa öfkelenmiş: “Olmaz” demiş. “Sen o kuşları bilmezsin… Uzaktan renkleri albenili görünse de, bunların bir çoğu çok fena kokarlar… Üstelik sesleri hiç de tahmin ettiğin kadar güzel değildir. Birbirleriyle uyum sağlayamazlar. Üstelik dallarına, yapraklarına zarar verirler…”
Karaağaç dallarını silkmiş. Şımarık şımarık: “Bana ne, bana ne… İsterim işte isterim” diye tutturmuş…
İyi kalpli kuş başını iki yana sallamış: “Kusura bakma” demiş. “Ben iyi şeylere sebep olabilirim ama, böyle saçmalıklarına beni alet edemezsin…
Karaağaç, bir şey diyememiş. Ama çok da içerlemiş… Meyvelerinden, yapraklarından kısmaya başlamış… İyi kalpli kuşun kuşlarına karşı yavaş yavaş sertleşmeye başlamış…
Bir gün yakınındaki gölün üzerine eğilmiş, kendini seyrediyormuş. Görüntüsünü hiç de beğenmemiş. Bir de karşı ağaçlara bakmış. Dallarında renk renk kuşlar varmış. Meyveleri ise değişikmiş…
Karaağaç, kendi kendine düşünürken, nasıl olmuşsa bir karga gelip dallarından birine konmuş: “Merhaba asil karaağaç” demiş. “Ne kadar güzel dalların, dallarında ne kadar da çok meyven var… Ama… Ama ne yazık ki üstündeki kuşlar çok bet şeyler… Bu meyveler hangi ağaçta olsaydı, üstünde bülbüller kanaryalar öterdi… Yazık değil mi sana?.. Kov gitsin şunları… Bunlar dallarında olmasaydı ne güzel kuşlar konardı dallarına…”
Karaağaç, biraz düşünmüş. Hak vermiş ama, yine de temkinli davranmış… Bir bakıma kendi kendini sorgulamış… “İyi de” demiş. “Bu kuşlar yokken meyvelerim de yoktu. Kupkuru bir karaağaçtım. Şimdi bunlara nasıl gidin diyebilirim?..
Karga, bir gaklamış, iki kahkaha atmış: “Haklısın” demiş. “Sen diyemezsin ama, diyecek birilerini bulabilirsin. Mesela ben diyebilirim. Sana çeşit çeşit kuşlar da getiririm.
İşte buna çok sevinmiş karaağaç. “Sahiii” demiş. “Sahi yapar mısın bunu?..”
“Neden yapmayayım?” demiş karga. “Kimlere iyilik yapmadım ki?.. Senin için de bir iyilik düşünürüz istersen…”
Karaağaç, bu işe çok sevinmiş: “İyi o zaman” demiş. “Sen hemen işe başla. Ben tek başıma yapamam. Bolca kuş getir bana…”
“Olur, olur” diye gaklamış karga. “O benim işim… Sen üzme tatlı canını. İstersen tercih de yapabilirsin. Hangi renklerden, hangi cinslerden istersin söyle...”
Zavallı karaağaç, ağzı kulaklarında gülmüş… Uzaktan uzağa, diğer ağaçların dallarında gördüklerini söylemiş: “Bilmem ki…” demiş. “Sen daha iyisini bilirsin güzel kargam Dallarımdaki kuşların rengi yapraklardan seçilmiyor ki… Yeşilimsi, boz renkli şeyler… Sen sarı kuşlardan getir, kanatları pembe olanları da isterim…”
O sırada ağacın dallarının arasından, hangi kuşun söylediği belli olmayan bir yanık türkü duyulmuş: “Düşler pembe olur, gerçekler boz… Bülbül tek bir sesle çiler, çok seslidir ispinoz…”
Karga, dudak bükmüş, karaağaç umursamamış… Ve karga uçup gitmiş.
Az sonra, karganın peşine takılmış bir sürü kuş gelmişler… Renk renk, çeşit çeşit, cins cins kuşlar, karaağacın dallarına konmuşlar… İyi kalpli kuş ve arkadaşları önce hayret etmiş, sonra da sabırla beklemeye başlamışlar…
Yeni gelen kuşlar başlamışlar avaz avaz ötmeye… Bir avaz ki, kimin ne dediği belli olmuyormuş… İlk kuşlar bu cıvıltılar arasında önce şaşırmışlar. Sonra da karaağaca şikayet etmişler…
Karaağaç: “Valla işinize gelirse” demiş. “Bunlara alışmalısınız. Hem de hürmet etmelisiniz… Hem ne var yani?.. Diğer ağaçları görmüyor musunuz?..” İyi kalpli kuş kuşlarının gözlerine bakmış. Susmuşlar…
Aradan bir zaman geçmiş. Yeni gelen kuşlar eski meyveleri beğenmemeye başlamışlar. Daha güzel meyveler istemişler… Karga, arkadaşlarının bu isteklerini karaağaca iletmiş.
Karaağaç, “İyi dersin ya… Benim meyvelerim bunlar” demiş. Karga, surat asmış: “Valla” demiş. “Bu kuşlar, bu meyvelerle beslenemezler… Biraz pahalı hayvanlardır bunlar… Üstelik çok hassastırlar. Kaşını çatsan, hemen bırakıp seni giderler. Nazlarıyla oynaman gerek… Her nimetin bir külfeti vardır. Güzel meyveler getirt. Dallarının büklümlerini ayarla… Eski usul gidemezsin gayrı”
Karaağaç, çok fazla düşünmemiş. Zaten karga ve karganın getirdikleri kuşlar, düşünmesine fırsat bırakmıyorlarmış… Hemen etrafında halka olmuş, güzel tüylerini parlatıp, pembe-sarı kanatlarını çırpmaya başlamışlar… Bir yandan da bir şarkı tutturmuşlar:
“Aman karaağaç, canım karaağaç…
Bizi etme ele güne muhtaç …
Kara dalların meyveyle dolsun,
Pembe kuş sana hayran olsun,
Sarı kuş sana kurban olsun…”
Mest olmuş karaağaç… “Tamam tamam” demiş. “İstediğinizi yapacağım üzülmeyin siz…” Gitmiş iyi kalpli kuşa… İyi kalpli kuş kırgınmış, dargınmış, yorgunmuş ama… Yine de iyi karşılamış. “Buyur” demiş. “Ne istiyorsun?..”
Karaağaç, kısa ve kesin konuşmuş: “Bana değişik meyveler gerek… Bir de, senin getirdiğin kuşlara söyle, yeni kuşlarıma karşı daha saygılı davransınlar… Onları kimsenin üzmesine dayanamam!...”
İyi kalpli kuş, karaağacı şöyle bir süzmüş: “Tamam” demiş. “Benim kuşlara söylerim. Yeni kuşlarına saygılı davranırlar ama, benim meyvelerim bunlar… Bunlardan daha lezzetli meyve olacağını da tahmin etmiyorum. Lakin, değişik meyveler istiyorsan, bunu benden isteme… Baştan da söylemiştim. Bulup buluştur. Sana o aklı verenler, sanırım çaresini de bulurlar. Hem senin bize pek ihtiyacın kalmadı artık…”
Karaağaç, iyice bozulmuş ama, ses çıkarmamış. Doğruca kargaya gitmiş. Ve kesin emrini vermiş: “Her imkanım emrindedir. Bul buluştur… Hangi meyveler gerekliyse, getir tak dallarıma…”
Karga, sinsi sinsi gülmüş: “Tamam” demiş. Dallarından bir kısmını kesip, bana verirsen… Yapraklarından bir kısmını yolmama iznin olursa, bunları götürüp başka ağaçlara verir, yerine sana değişik meyveler getiririm…”
“Tamam tamam” demiş karaağaç. “Yetkilisin… Haa, bu arada yeni kuşlardan sarı kanatlı kanaryaya, mor gözlü ördeğe de danışasın…”
Karga, yetkiyi almış ya… Gayrı durur mu?.. Toplamış çevresine yardakçılarını, başlamış emirler yağdırmaya… “Şuradan üç dal kesin!.. Bu yaprakları yolun!.. Ağaçkakan sen şu kısmı iyice del!..”
İşe girişmişler… Ağaç arada bir canı yansa da, sesini çıkarmıyormuş… Eski kuşlardan bazıları da, karaağacın hoşuna gider diye yeni kuşlara yardım ediyorlarmış… Hatta, daha ileri giderek onların yapamadıklarını yapıyorlarmış…
Kısa bir süre sonra, karaağacın eksilen bazı dalları karşılığında yeni dallar boy göstermiş… Ama öylesine sakil, öylesine uyumsuz… Bir dalında birkaç karpuz neredeyse dalı yere indirecek. Bir dalında çilek, bir dalında hurma, bir dalında kabak, bir dalında muz, bir dalında fasulye… Aman Allah’ım!... Ağaç ağaç değil cin çalısı… Bir dalın diğeriyle uyumu yok… Ya üstündeki kuşlar?.. Hem meyvelerini yiyor, hem dalları kırıp gagalıyorlarmış…
Ormandaki diğer ağaçlar, dallarından kovdukları bu zararlı kuşları karaağacın dallarında gördükçe, onların karaağacı nasıl bu hale getirdiklerine baktıkça bir kısmı üzülüyor, bir kısmı da alay ederek gülüyorlarmış… Sonunda karaağaç dayanamamış. Göle doğru eğilmiş ve görüntüsüne bakmış… Bakmasıyla da irkilmiş…
İyi kalpli kuş, yüksek dallardan seslenmiş: “Bir sağanaklık meyven, bir rüzgarlık gövden kaldı karaağaç!..” demiş… “Farkında değilsin ama, tükendin… Bitiriyorsun kendini. Hala aklın başına gelmedi mi?..”
Karaağaç farkına varmış ama, iş işten geçmiş… Bir sağanak vurmuş, meyveleri indirivermiş. Bir rüzgar esmiş, kırmış eğreti dallarını… Eski kuşlar yine de dalları olanca güçleriyle sarmış, rüzgara karşı korumaya çalışıyorlarmış... Renkleri bozmuş ama, yürekleri sevgi rengindeki bahar dalı gibiymiş.
Meyvesiz kalan karaağacı, son gelen kuşlar birer ikişer terk etmişler… Daha ilk sağanakta ıslanan kanatlarının parlak boyaları çıkmış ve esas renkleriyle çamur çamur görünmeye başlamışlar…
Bir süre sonra, karaağaç yine eskisi gibi kupkuru kalmış… Ne sarı-pembe kuşlar, ne dallarına vuran günışığı… Çok üzülmüş ama, iyi kalpli kuşla eski kuşlarına bir şey diyemiyormuş… Ama onlar hiç de kırılmamışlar. Sadece karaağacın durumuna üzülüyorlarmış.
Derler ki; iyi kalpli kuş, karaağacın biraz toparlanmasını, aklının başına gelmesini bekliyormuş.. Yine arkadaşlarıyla kanat açıp, yürekten gelen ötüşleriyle yakaracaklarmış… Kim bilir?.. Allah istedikten, kuşlar dua ettikten sonra neler değişmez ki…