19 Nisan 2008 Cumartesi

KORKULARI KORKUTMAK

KORKULARI KORKUTMAK
Bir zamanlar, orman köylerinden birinde yaşlı bir oduncu ile üç oğlu yaşarlarmış… Oduncu, her gün ormandan kestiği kuru odunları sırtına vurup, şehre getirir, satıp parasıyla günlük ihtiyaçlarını alırmış…
Günler böylece geçip gitmiş. İhtiyarlık denen mübarek deve, ağır aksak gele, gele gelip yaşlı oduncunun dizlerinin dibine çöküvermiş… Toplamış çocuklarını, onlara demiş ki: “Bakın sevgili çocuklarım. Gayrı dizlerimde derman, gözlerimde fer, kollarımda balta sallayacak gücüm kalmadı… Lâkin, ele-güne muhtaç olmamak için çalışmak gerek. Şimdiden sonra, sırayla her gün biriniz ormana gidecek, benim yaptığım gibi odun kesip satacak. Ve onun parasıyla geçimimizi sürdüreceğiz. Sıra önce en büyüğünüzde. Yarın sen gideceksin ormana…”
Sabahleyin erkenden kalkan büyük oğlan, ipini, baltasını almış, ormanın yolunu tutmuş… Yaşlıya yokuş olan yollar, gence iniş olurmuş. Delikanlı, iki koşmuş, bir zıplamış, ormana gelmiş… Baba nasihatine uyup, yaş ağaca balta sallamamış. Kurumuş, kakırdamış bir ağacın dibinde durmuş, baltayı olanca gücüyle vurmuş…
İkinciye hamle edecekken, gök gürlemesi gibi bir ses duyulmuş: “O ağaca bir balta daha vuracak olursan, seni dilim dilim keser, sakız gibi çiğner, lokma tatlısı gibi yutarım!..”
Oğlanın eli ayağına dolaşmış. Atmış baltayı, ormandan kendini zor atmış dışarı. Eve gelmiş. Babasına olanı biteni anlatmış…
Babası: “Oğlum” demiş. “Bunca yıldır bu ormanlarda kuru odunlara balta sallarım, böyle bir şey duymadım. Belli ki sen korkmuşsun… Bari yarın ortanca kardeşin gitsin…”
Büyük oğlan mahcup, ortanca oğlan endişeli… Susup yere bakmışlar. Sabah olmuş. Ortanca oğlan da ipini, baltasını almış ve ormanın yolunu tutmuş. Ama o, ağabeyi gibi hızlı yürümemiş. İçindeki korku, ip olmuş ayağına dolanmış, diken olmuş dizlerini dalamış… Sonunda ormana gelmiş. Kuru bir ağacın altında durmuş. Sağına soluna bakınmış. Sonra da, baltasını ağacın dibine vurmuş… Vurmasıyla o ses yine duyulmuş:
“Şimdi de sen mi geldin?.. Zaten nicedir canım körpe bir insan eti çekiyordu… Bir balta daha vurursan yerim seni ey delikanlı!..”
Delikanlı deli olmuş korkusundan… Tabanları yağlayıp, üç saatte gittiği yolu, on beş dakikada katetmiş ve kendini evine dar atmış… Daha babası sormadan, olanı biteni bir bir anlatmış…
Babanın çok zoruna gitmiş. Üzülmüş, üzüldüğü kadar da öfkelenmiş: “Ne yüreksiz şeylermişsiniz…” diye bağırmış. “En iyisi, ihtiyar hâlimle yarın yine ben gideyim…”
Sıra küçük oğlandaymış. Küçük olduğu için izin vermek istememiş babası. Ama oğlan direnmiş. Yarın oduna gideceğini ve mutlaka odun keseceğini söylemiş… Babası, “Eh, seni de deneyelim” demiş…
Sabah olmuş. Daha güneşin çıngısı dağın yarığından görünmeden küçük oğlan kalkmış. Baltasını alıp ormana gitmiş… Bir kuru ağacın altında durmuş, “Bismillah” diyerek baltayı indirmiş…
Tabii, yine o gök gürültüsü gibi ses çınlamış ormanda: “Ey insanoğlu!.. Sen eceline mi susadın?.. Bir balta daha vurursan, seni doğduğuna pişman ederim…”
Çocuk, oralı bile olmamış. Devam etmiş işine… Birden, iri bir gölge fark etmiş. Başını kaldırmış ki, kapkara bir dev…
Oğlan çok korkmuş ama, renk vermemiş. Hemen yere eğilmiş ve yemek için getirdiği yumurtalarından birini torbasından almış. Deve seslenmiş: “Ey kendini güçlü sanan zavallı!.. Şu elimdeki beyaz mermeri görüyor musun?..”
Dev, yumurtaya bakarken; çocuk yumurtayı avucunun içinde sıkmış. Tabii, kırılan yumurtanın akı-sarısı bileğinden aşağı süzülmüş… Çocuk, sesine daha da kalın bir ton vererek: “Çabuk çekip git buradan. Yoksa şu mermeri sıkıp suyunu çıkardığım gibi, senin de suyunu çıkarırım haa!..” demiş…
Dev, şaşkın gözlerle ebleh ebleh bakmış, bakmış… Sonra da: “Peki” demiş. “Peki, işine karışmazsam beni öldürmez misin?..”
Çocuk, bununla yetinmemiş: “Bir şartım daha var” demiş. “Bu gece, ne kadar kuru odun varsa, kesip bizim evin önüne getireceksin. O zaman seni sıkıp suyunu çıkarmam. Şimdi hemen al şu baltayı ve bolca odun kes!..”
Dev, boynunu bükmüş: “Baltaya ne gerek var?” demiş. “Ben ellerimle bu işi yaparım…”
Dev, bir devin yüklenebileceği kadar kuru odun toplamış ve çocuğu izleyerek evlerine kadar gelmiş. Odunları yere bırakmış, sonra da, gece boyunca yeni seferler yapmak üzere ormana gitmiş…
Yere yıkılan odunların sesine çıkan ihtiyar baba ve çocuklar, bir ayda getiremeyecekleri kadar odunu yerde yığılı görünce hayret etmişler… Baba hemen sormuş: “Kardeşlerinin duyduğu sesi duymadın mı sen?”
“Duydum baba” demiş çocuk.
Kardeşleri heyecanla atılıp: “Peki, bu dağ kadar odunu nasıl getirdin?” diye sormuşlar.
Çocuk: “Korkuyu korkutarak, kara deve taşıtarak…” demiş.