19 Nisan 2008 Cumartesi

KUYRUK ACISI

KUYRUK ACISI
Ben diyeyim Tuna boylarında, siz diyin bizim şu yayla köylerinde… Yaşlı bir nine yaşarmış… Allah’tan başka kimi kimseciği yokmuş… Başını soktuğu küçücük bir kulübe ve bu kulübenin önünde de bir tek iğde ağacı varmış…
İğde ağacı tekmiş ama, on ağaca bedelmiş hani… Nine de, tek geçim kaynağı olan bu ağaca gözü gibi bakarmış… Doğrusu, iğde ağacı da, kendisine verilen emeğe layık olmaya çalışırmış. Dalları meyveyle dolunca, kuluçkaya oturmuş tavuk gibi çökermiş dalları yere… Nine de, olgun iğdeleri toplar, götürüp pazarda satar, ihtiyaçlarını alırmış…
Gel zaman, git zaman, tilkinin biri bu ağaca tebelleş olmuş… Zavallı nine, biraz ağacın yanından ayrılacak olsa, ya da namaz vakti kulübesine birkaç dakikalığına girecek olsa, tilki o saat orada bitermiş… Yediği bir yana; döküp saçıp, ziyan ettikleri de cabası…
Nine, iğdelerin zarar gördüğünü anlıyormuş ama, gözüyle kimseyi görmediği için, vebal almak da istemiyormuş… Kendi kendine: “Allahüalem, belki de rüzgar döküyordur…” diyor, kimsenin günahını almak istemiyormuş…
Bir gün böyle, beş gün böyle… Bakmış ki, bu işin sonu yok. Zarar ziyan… Beklemiş… Sonunda beklediğine değmiş… Bakmış ki; semizce bir tilki, sine sine geliyor… Gözünü kısmış, soluğunu kesmiş… Tilki yaklaşmış, yaklaşmış… Sağına soluna bakmış ve hop demeyle ağaca hoplamış. Bir yemiş, on dökmüş, bir toplamış…
Ninenin yüreğini öfkenin acısı oklamış… Çıkmış saklandığı yerden, ağaçtaki tilkiye seslenmiş: “Sende hiç utanma yok mu a tilki?” demiş. “Haydi yediğine bir şey demiyorum… Ya yerlere saçtıklarına ne demeli? Hem, gelip de edebinle isteseydin vermez miydim sanıyorsun?.. Başkasına ait bir şeyi çalmaktan utanmıyor musun?..”
Tilkide utanma mı olur? Daldan dala, daldan yere atlamış. Hay huy diyinceye kadar karşıki yamacı boylamış…
Nine elleri böğründe kalakalmış. Yerlere saçılmış iğdelere bakmış, üzülmüş… Eee, ne de olsa mal canın yongasıdır… Nine, üzülmüş üzülmesine de, içinden “Herhalde çok utandı, gayrı gelmez buralara” diye düşünmüş…
Ertesi gün yine aynı… Daha ertesi gün yine aynı… Tilki, bir kere dadanmış iğdelere, tadını almış ya…
Nine, bakmış ki, bu böyle gitmez… Durmuş düşünmüş, sonunda bir çare bulmuş… Bir gün, ağacın yakınına bir yere saklanmış. Tilki gelip ağaca çıkınca, önceden hazırladığı saç ve çalı çırpıyla ağacın dibine gitmiş… Sacı kurmuş, çalı çırpıyı sacın altına tıkıştırmış ve kibriti çakıp tutuşturmuş… Tilki hâlâ farkında değilmiş…
Neden sonra, ağacın dallarını duman alınca işi fark etmiş ama, iş işten geçmiş… Şaşkınlıkla nereye atlayacağını bilememiş. Bir o dala, bir bu dala, atlayıp duruyormuş bizim budala.
Sonunda inmeye inmiş ya, kuyruğu da kızgın saca değerek “Cızzz!..” diye yanmış… Tilki, bir kaçış kaçmış ki, kuyruğunun acısından ne şu dağın eteği, ne bu dağın zirvesi ona yetmemiş… Sonunda kendini bir derenin serin sularına atmış da, acısı birazcık dinivermiş…
İğde ağacı da, ihtiyar nine de rahat etmişler… Artık uzunca bir süre tilki o çevreye yaklaşamamış…
Aradan haftalar, aylar geçmiş… Yaz geçmiş, kış geçmiş… Sonunda bahar gelmiş… Yamaçlar yeşillenmiş, ağaçlar çiçeğe durmuşlar… Derken yaz gelmiş. Sararmaya başlamış tarlalarda başaklar…
Bizim tilki hâlâ ortalarda yok… Mevsim, sonbahara el sallarken, iğdeler de olmaya başlamış… İğde ağacının dalları, meyveden yerlere kadar sarkmış… Mübareğin de bir kokusu varmış ki, yanından geçenin aklı dallara takılıp kalırmış… Derler ki iğde ağaçlarının yanından geçenlerin, dönüp de dalını ellemesi işte ol sebeptendir…
Her neyse… Biz gelelim masalımıza… Bir kuşluk vakti, pazara götürmek için iğde toplayan nine, bir de bakmış ki ne göre?.. Bizim tilki, taa karşı yamaçta, bir taşın arkasından başını çıkarıp çıkarıp bakmıyor mu?..
Nine, bu hayvancağıza acımış… Ne de olsa insan… Seslenmiş, el etmiş tilkiye: “Tilki kardeş, tilki kardeş!... İğdeler olmuş yemez misin?..”
Tilki insanlıktan ne anlasın. Yine hayvanlığını yapmış. Terslemiş bizim iyi kalpli nineyi: “Zalim kadın, kuyruğum yanmış görmez misin?..” demiş…
Nine de, bu edepsiz hayvana daha fazla ısrar etmemiş sevgili çocuklar… Tilki kuyruğunun acısını bir daha unutamamış…
Aradan haftalar, aylar geçmiş… Yaz geçmiş, kış geçmiş… Sonunda bahar gelmiş… Yamaçlar yeşillenmiş, ağaçlar çiçeğe durmuşlar… Derken yaz gelmiş. Sararmaya başlamış tarlalarda başaklar…
Bizim tilki hâlâ ortalarda yok… Mevsim, sonbahara el sallarken, iğdeler de olmaya başlamış… İğde ağacının dalları, meyveden yerlere kadar sarkmış… Mübareğin de bir kokusu varmış ki, yanından geçenin aklı dallara takılıp kalırmış… Derler ki iğde ağaçlarının yanından geçenlerin, dönüp de dalını ellemesi işte ol sebeptendir…
Her neyse… Biz gelelim masalımıza… Bir kuşluk vakti, pazara götürmek için iğde toplayan nine, bir de bakmış ki ne göre?.. Bizim tilki, taa karşı yamaçta, bir taşın arkasından başını çıkarıp çıkarıp bakmıyor mu?..
Nine, bu hayvancağıza acımış… Ne de olsa insan… Seslenmiş, el etmiş tilkiye: “Tilki kardeş, tilki kardeş!... İğdeler olmuş yemez misin?..”
Tilki insanlıktan ne anlasın. Yine hayvanlığını yapmış. Terslemiş bizim iyi kalpli nineyi: “Zalim kadın, kuyruğum yanmış görmez misin?..” demiş…
Nine de, bu edepsiz hayvana daha fazla ısrar etmemiş sevgili çocuklar… Tilki kuyruğunun acısını bir daha unutamamış…